Rum Yönetimi, 1960 Kurucu Antlaşmaları’nı, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni ve uluslararası hukukun temel ilkelerini hiçe sayarak, Kıbrıs Türk halkını ekonomik, sosyal ve siyasi baskı altına almayı hedefleyen tehlikeli bir yol izlemektedir. Bu uygulamalar ne hukukla ne de iyi niyetle izah edilebilir.
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, kendi anayasal düzeni, yargı sistemi ve egemen yetkileri çerçevesinde hareket eden bağımsız bir devlettir. KKTC sınırları içerisinde gerçekleşen tüm hukuki ve ticari işlemler, KKTC yasalarına tabidir. Güney Kıbrıs’ın bu alanı yok sayarak vatandaşlarımızı,üçüncü ülke vatandaşlarını, müteahhitleri, yatırımcıları ve hatta kendi vatandaşlarını dahi hedef alan tutuklama girişimleri, yetki aşımıdır ve hukuki zorbalıktır.
Özellikle yabancı uyrukluların Avrupa Birliği topraklarına girdiklerinde tutuklanma tehdidiyle karşı karşıya bırakılması, serbest dolaşım ilkesine ve Avrupa hukukuna açık bir darbedir. Bu durum, hukukun değil korkunun araçsallaştırıldığını göstermektedir.
Bu noktada, Fransa’da yaşanan son gelişme Rum tarafının iddialarının hukuki zemininin ne denli zayıf olduğunu bir kez daha ortaya koymuştur. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin aradığı İran asıllı KKTC vatandaşı Behdad Jafari hakkında Fransız mahkemeleri tarafından verilen serbest bırakma kararı, Rum tarafının uluslararası platformlarda yürüttüğü bu sürecin ne kadar sorunlu ve dayanıksız olduğunu açıkça göstermiştir.
Fransız yargı makamları, Rum Yönetimi’nin iade talebini hukuken yetersiz bularak kabul etmemiş; Avrupa hukukunda yerleşik içtihatları ve mülkiyet konusundaki mevcut hukuki çerçeveyi dikkate almıştır. Bu karar, Rum tarafının Kuzey Kıbrıs’taki taşınmazlar üzerinden yürüttüğü tutuklama ve sindirme politikasının uluslararası yargı mercileri nezdinde dahi karşılık bulmadığının somut bir göstergesidir.
Rum Yönetimi’nin “Taşınmaz Mal Komisyonu’nu yok sayma” çabaları da iyi niyetli değildir. Taşınmaz Mal Komisyonu, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından etkili bir iç hukuk yolu olarak kabul edilmiştir. Buna rağmen Rum tarafı, kendi siyasi hedefleri doğrultusunda bu gerçeği görmezden gelmekte ve hukuki çözümleri sabote etmektedir.
Buradan açıkça uyarıyoruz:
Bu saldırgan ve tek taraflı tutum, Kıbrıs’ta zaten kırılgan olan ortamı daha da zehirlemekte, çözüm umutlarını baltalamakta ve iki halk arasındaki güveni geri dönülmez şekilde zedelemektedir.
Kıbrıs Türk halkı sahipsiz değildir.
Anavatan Türkiye ile tam bir uyum içerisinde, vatandaşlarımızın, yatırımcılarımızın ve KKTC’de yasal zeminde faaliyet gösteren herkesin haklarını korumak için gerekli tüm siyasi, hukuki ve diplomatik adımlar atılacaktır.
Rum Yönetimi’ni bir kez daha aklıselime, uluslararası hukuka saygıya ve gerilimi tırmandıran bu tehlikeli politikalardan derhal vazgeçmeye davet ediyorum.
Kıbrıs’ta kalıcı bir çözüm, tehdit, tutuklama ve sindirme politikalarıyla değil; egemen eşitlik temelinde, iki tarafın iradesine saygı gösterilerek mümkündür. Bunun dışındaki her girişim, Kıbrıs Türk halkının haklı mücadelesine zarar veremez; ancak adadaki bölünmüşlüğü daha da derinleştirir.